EFSANEVİ
DİZİ "EKMEK TEKNESİ", ÜNYE, MAHALLENİN
ÖLÜMÜ VE TEKRAR DİRİLİŞİ…

EFSANE “EKMEK TEKNESİ”
DİZİSİNİN ORJİNAL SENARYOSUNDAN BİR BÖLÜM:
Nusret Fırın - (İç-Gece) -
Nusret, Heredot, Ölü, Kıl, Korkut,
Bican, Naim, Cengiz, Kirli, Taarruz
(Heredot Cevdet’in kahvehanede anlattığı hikayeye kafası
takılan Kıl’ın merakını gidermek için, “kahve milletinin insanlar” Nusret Baba’nın fırınına girerler…)
HEREDOT:
Baba, eksik ziyade bi
yanlışımız olduysa affına mahçuben bir konu kafamıza takıldı, zatışahanelerine
danışalım dedik!
NUSRET:
Estağfirullah,
bildiğimiz bişeyse...
HEREDOT:
Baba bu Orhun
kitabeleri var ya. Niye bunları kâğıda kitaba değil de koca koca taşlara
yazmışlar?
Nusrettin güler, biraz
durur...
NUSRET:
Taş taşıyıp laf
taşımamak için!
Herkes kahkahayı atar.
HEREDOT:
Babaaa, büyüksün!
Herkes çıkarken, Celal
kapı aralığından Nusret’e
CELÂL:
İrtibatı koparmayalım
baba!
........................................................
EKMEK TEKNESİ DİZİSİ; KAYBOLAN MAHALLE
HAYATINA VE GELENEĞE DUYGULU VE MİZÂHÎ BİR AĞIT…
Benim de senaryo grubunda olmaktan gurur duyduğum, televizyonun en unutulmaz dizlerinden
Ekmek Teknesi, modern dünyaya kaybettiğimiz mahallemizin sıcaklığını ve samimi
insani ilişkilerini tekrar evlerimize taşıyan unutulmaz Osman Sınav
projelerinden biriydi.
Üç kuşaktır aynı mahallede ekmek
pişiren bir zincirin son halkası olan, mahallelinin ona yaşadığı hikâyelerden
esinlenerek ve Nasrettin Hoca’dan çağrıştırarak seslendiği adıyla Fırıncı Nusrettin
ile karısı, beş kızı ve kayınbiraderi ana ekseninde gelişen ve Türkiye’de
herhangi bir mahallede yaşanan neşeli hikâyelerin anlatıldığı bir durum
komedisiydi Ekmek Teknesi.
Felsefe
olarak yüzlerce yıl önce yaşamış ama bugün hala geçerliliğini ve gerçekliğini
koruyan Nasrettin Hoca efsanesinden beslenen ve hikâyeleri; öz dinamiklerimizle, kendi kültür kodlarımızla yorumlayan hala
gülümseyerek özlemle hatırladığımız efsane bir diziydi.

Bilge Nusrettin Babayı, "Saatli Maarif Takvim yaprağı arkası
tarihçisi" Heredot Cevdet’i, İndiragandici, Fırıldakçı Cengiz’i, Pisboğaz
Kirli’yi nasıl unuturuz… Ben, içinde de
bulunduğum bu diziyi en çok, sahici karakterleri ve artık çok az yerde yaşanan
eski mahalle hayatının acı-tatlı yanlarını ve hasretini anlattığı için severim.
AMA ARTIK MAHALLE ÖLDÜ.
Kaybedilen maziden mırıltılı bir dua
gibi gelip, hatıralarımızın tamamını kuşatan güzel mahallemiz artık yok. Sadece
büyükşehirlerde değil, eski sıcak mahallelerin olduğu küçük kasabalarda bile.
Onunla birlikte samimiyet de,
tahammül de, gerçek menfaatsiz dostluklar da birer birer vefat ettiler.
Sadece bunlar değil, muhabbet öldü.
Komşuluk bilinci öldü.
Açken tok yatılmayan komşuyu
önemsemek, halinden haberdar olmak hem şehirlerde hem kasabalarda bile yok
artık!
ÜNYE VE MAHALLE…
Geçenlerde doğduğum kasabaya, eski
mahalleme gittim; yan arsada yaptığımız maçlar, komşu bahçeden erik
aşırmalarımız, pıtık (misket), tommiks -teksas, dikmece, boru-külah savaşları, bokuç,
tentürük / topaç, birdirbir, uzun eşek, yakan top oyunlarımız önümden
koşturarak geçip gittiler, ben mahzun mahallemle baş başa kaldım.

Bütün arkadaşlarım kayıptı, her biri
bir yere savrulmuş, eski evler yıkılmış, ahşap avlular beton merdivenlere
satılmış, erik kesilmiş, ceviz devrilmiş, yaşlılar ölmüştü…
Modern hayatın zorunlu kabulüdür bu
artık. Yitiğimizdir. Acı kaybımızdır. Ağlamayın.
Mahallenin tekrar dirilişi mümkün mü?
Geçmişin külleri ve gözyaşlarımız;
günümüzle ve gelecekle hesaplaşmamızda bize gerekli olan şuuru örtmesin. Bir
şeyler yapabiliriz, evet.
“ÜNYE’NİN DÜNKÜ ÇOCUKLARI”

Ünyemizde “ÜNYE’NİN DÜNKÜ ÇOCUKLARI”
Derneği yıllardır mahalle kültürünü, eski çocuk oyunlarını yaşatmaya,
hatırlatmaya ve ölen mahalleye suni teneffüs yapmaya çalışıyor!
Ne mutlu bugünün
çocuklarını bilgisayardan, cep telefonundan, dijital oyunlardan kurtarıp
eskinin “organik” mahalle kültürünü, geleneklerini ve çocuk oyunlarını
tanıtanlara, hatırlatanlara…
BİR YERLERDEN BAŞLAMALI... ÇÜNKÜ
MAHALLE, KOMŞULUK ÖLDÜ AMA ASIL TEHLİKE HAYAT ÖLÜYOR, İNSANLIK ÖLÜYOR YAVAŞ
YAVAŞ…
O zaman önce mahalledekilere, sokağımızdakilere,
komşularımıza gülümseyerek “selam vererek” başlayalım. “Nasılsınız, ne var yok?”
diye hâl hatır sormak bu kadar mı zorumuza gidii artukun?
Lafı dolaştırmaya, felsefe yapmaya,
yeni tabirle “duyar kasmaya” gerek yok! Mahalleyi tekrar bulmak istiyorsan,
önce “kendini” tekrar bulacaksın! Kayboldun bu vahşi-menfaatçi-“hep ben”ci toplumun
içinde.
BİR ŞEYLER YAPMALIYIZ...

Özellikle de büyükşehirlerin bıktırıcı temposuna ve insanların egoistliğine/samimiyetsizliğine tahammül edebilmek için; sevdiklerimizle, hayatın içinde birlikte savaşım verdiklerimizle, özellikle de mahallemizle, komşularımızla, en azında aynı sokakta, aynı apartmanda oturduğumuz komşularımızla “irtibat” halinde olmalı… Onları arayıp sormalı… Hastalarını ziyaret etmeli, hallerini gözetip acılarını ve sevinçlerini paylaşmalı…
Ne dediğinizi duyar gibiyim; Evet, önce onlarla tanışmalıyız... Kimse, kimsenin umurunda değil ama ne yazık ki!
EVET, KENDİNİ TEKRAR BULACAK VE
KEŞFEDECEKSİN İÇİNDEKİ İYİYİ, DİĞERKÂMLIĞI/KARŞINDAKİNİ
DÜŞÜNME DUYGUSUNU…
Asansöre bindirilmiş hayatlarımızla,
sürekli inişler ve çıkışlar içinde, ayaklarımız yerden kesilmiş, her biri
birbirinin kopyası günler ve hayatlar yaşıyoruz. Kendimizi, çevremizi, evimizi,
birlikte yaşadığımız ve günü gelince “külüne bile muhtaç olacağımız” komşumuzu
ihmal ediyoruz. Eğer üst katınızdaysa
hiç bilmiyorsunuz, komşunuzdan kim ölmüş, kim kalmış. Aşağı katlardaysa, yine...
Çünkü asansörle inip çıkıyoruz, o, “dikey mahallelerimiz” olan
apartmanlarımızdan. Kimseden haberimiz yok.

“MODERN HAYAT BUNU GEREKTİRİYOR”
DİYOR BİZE SANKİ BİR FISILTI.
Kulak asmadan o fısıltıya, yaşayalım
tekrar güzel bir dünyada; yeni gelen bir komşuya bir tabak kek ya da bir
hediyeyle “hoş geldin komşu” diyerek başlayalım bundan sonraki hayatımıza.
Selam vereceksin rastlaştığına, ki, insan
olmanın birinci adımı selamlamaktır kanımca.
Güler yüzle bir günaydını, bir “merhaba, nasılsınız”ı ihmal etmeyeceksin
ve olaylar kendiliğinden gelişecek… Tam kaybettiğini sandığın anda o kadim
değerleri yanında bulacaksın.
İstanbul Bebek’te, denize nâzır lüks bir apartmanın kapıcısı anlatmıştı bana; Kocası vefat eden yaşlı
bir kadıncağız, çocukları cenazeye gelmediği ve komşular da ilgilenmediği için
bütün cenaze işlemlerini kendisinin yaptığını ve cenazeyi kaldırıp defnettiğini
söylemişti, büyük bir keder içinde...
Ne büyük bir yalnızlık!
(ismail canbulat, istanbul, ünye, 2023)
Etiketler: çocuk oyunları, EKMEK TEKNESİ, İSMAİL CANBULAT, istanbul, mahalle, SİNEGRAF, türkiye, ünye