Pazartesi, Ocak 09, 2023

EFSANEVİ DİZİ EKMEK TEKNESİ, ÜNYE, MAHALLENİN ÖLÜMÜ VE TEKRAR DİRİLİŞİ…

 

EFSANEVİ DİZİ "EKMEK TEKNESİ", ÜNYE,  MAHALLENİN ÖLÜMÜ VE TEKRAR DİRİLİŞİ…

 

EFSANE “EKMEK TEKNESİ” DİZİSİNİN ORJİNAL SENARYOSUNDAN BİR BÖLÜM:


Nusret Fırın  -  (İç-Gece)  -  

Nusret, Heredot, Ölü, Kıl, Korkut, Bican, Naim, Cengiz, Kirli, Taarruz


(Heredot Cevdet’in kahvehanede anlattığı hikayeye kafası takılan Kıl’ın merakını gidermek için, “kahve milletinin insanlar”  Nusret Baba’nın fırınına girerler…)


HEREDOT:

Baba, eksik ziyade bi yanlışımız olduysa affına mahçuben bir konu kafamıza takıldı, zatışahanelerine danışalım dedik!


NUSRET:

Estağfirullah, bildiğimiz bişeyse...


HEREDOT:

Baba bu Orhun kitabeleri var ya. Niye bunları kâğıda kitaba değil de koca koca taşlara yazmışlar?

Nusrettin güler, biraz durur...


  NUSRET:

Taş taşıyıp laf taşımamak için!

Herkes kahkahayı atar.


HEREDOT:

Babaaa, büyüksün!

Herkes çıkarken, Celal kapı aralığından Nusret’e


CELÂL:

İrtibatı koparmayalım baba!

........................................................

 

EKMEK TEKNESİ DİZİSİ; KAYBOLAN MAHALLE HAYATINA VE GELENEĞE DUYGULU VE MİZÂHÎ BİR AĞIT…


 

Benim de senaryo grubunda olmaktan gurur duyduğum, televizyonun en unutulmaz dizlerinden Ekmek Teknesi, modern dünyaya kaybettiğimiz mahallemizin sıcaklığını ve samimi insani ilişkilerini tekrar evlerimize taşıyan unutulmaz Osman Sınav projelerinden biriydi.

Üç kuşaktır aynı mahallede ekmek pişiren bir zincirin son halkası olan, mahallelinin ona yaşadığı hikâyelerden esinlenerek ve Nasrettin Hoca’dan çağrıştırarak seslendiği adıyla Fırıncı Nusrettin ile karısı, beş kızı ve kayınbiraderi ana ekseninde gelişen ve Türkiye’de herhangi bir mahallede yaşanan neşeli hikâyelerin anlatıldığı bir durum komedisiydi Ekmek Teknesi.  

Felsefe olarak yüzlerce yıl önce yaşamış ama bugün hala geçerliliğini ve gerçekliğini koruyan Nasrettin Hoca efsanesinden beslenen ve hikâyeleri; öz dinamiklerimizle, kendi kültür kodlarımızla yorumlayan hala gülümseyerek özlemle hatırladığımız efsane bir diziydi.

Bilge Nusrettin Babayı, "Saatli Maarif Takvim yaprağı arkası tarihçisi" Heredot Cevdet’i, İndiragandici, Fırıldakçı Cengiz’i, Pisboğaz Kirli’yi nasıl unuturuz…  Ben, içinde de bulunduğum bu diziyi en çok, sahici karakterleri ve artık çok az yerde yaşanan eski mahalle hayatının acı-tatlı yanlarını ve hasretini anlattığı için severim.

 

AMA ARTIK MAHALLE ÖLDÜ.

 

Kaybedilen maziden mırıltılı bir dua gibi gelip, hatıralarımızın tamamını kuşatan güzel mahallemiz artık yok. Sadece büyükşehirlerde değil, eski sıcak mahallelerin olduğu küçük kasabalarda bile.

Onunla birlikte samimiyet de, tahammül de, gerçek menfaatsiz dostluklar da birer birer vefat ettiler.

Sadece bunlar değil, muhabbet öldü. Komşuluk bilinci öldü.

Açken tok yatılmayan komşuyu önemsemek, halinden haberdar olmak hem şehirlerde hem kasabalarda bile yok artık!

 

ÜNYE VE MAHALLE…

 

Geçenlerde doğduğum kasabaya, eski mahalleme gittim; yan arsada yaptığımız maçlar, komşu bahçeden erik aşırmalarımız, pıtık (misket), tommiks -teksas, dikmece, boru-külah savaşları, bokuç, tentürük / topaç, birdirbir, uzun eşek, yakan top oyunlarımız önümden koşturarak geçip gittiler, ben mahzun mahallemle baş başa kaldım.

Bütün arkadaşlarım kayıptı, her biri bir yere savrulmuş, eski evler yıkılmış, ahşap avlular beton merdivenlere satılmış, erik kesilmiş, ceviz devrilmiş, yaşlılar ölmüştü…

Modern hayatın zorunlu kabulüdür bu artık. Yitiğimizdir. Acı kaybımızdır. Ağlamayın.

Mahallenin tekrar dirilişi mümkün mü?

Geçmişin külleri ve gözyaşlarımız; günümüzle ve gelecekle hesaplaşmamızda bize gerekli olan şuuru örtmesin. Bir şeyler yapabiliriz, evet.

 

“ÜNYE’NİN DÜNKÜ ÇOCUKLARI”

 

Ünyemizde “ÜNYE’NİN DÜNKÜ ÇOCUKLARI” Derneği yıllardır mahalle kültürünü, eski çocuk oyunlarını yaşatmaya, hatırlatmaya ve ölen mahalleye suni teneffüs yapmaya çalışıyor! 





Ne mutlu bugünün çocuklarını bilgisayardan, cep telefonundan, dijital oyunlardan kurtarıp eskinin “organik” mahalle kültürünü, geleneklerini ve çocuk oyunlarını tanıtanlara, hatırlatanlara…

 

 BİR YERLERDEN BAŞLAMALI... ÇÜNKÜ MAHALLE, KOMŞULUK ÖLDÜ AMA ASIL TEHLİKE HAYAT ÖLÜYOR, İNSANLIK ÖLÜYOR YAVAŞ YAVAŞ…

 

O zaman önce mahalledekilere, sokağımızdakilere, komşularımıza gülümseyerek “selam vererek” başlayalım. “Nasılsınız, ne var yok?” diye hâl hatır sormak bu kadar mı zorumuza gidii artukun?

Lafı dolaştırmaya, felsefe yapmaya, yeni tabirle “duyar kasmaya” gerek yok! Mahalleyi tekrar bulmak istiyorsan, önce “kendini” tekrar bulacaksın! Kayboldun bu vahşi-menfaatçi-“hep ben”ci toplumun içinde.


BİR ŞEYLER YAPMALIYIZ...


Özellikle de büyükşehirlerin bıktırıcı temposuna ve insanların egoistliğine/samimiyetsizliğine tahammül edebilmek için; sevdiklerimizle, hayatın içinde birlikte savaşım verdiklerimizle, özellikle de mahallemizle, komşularımızla, en azında aynı sokakta, aynı apartmanda oturduğumuz komşularımızla “irtibat” halinde olmalı… Onları arayıp sormalı… Hastalarını ziyaret etmeli, hallerini gözetip acılarını ve sevinçlerini paylaşmalı…

Ne dediğinizi duyar gibiyim; Evet, önce onlarla tanışmalıyız... Kimse, kimsenin umurunda değil ama ne yazık ki! 


EVET, KENDİNİ TEKRAR BULACAK VE KEŞFEDECEKSİN İÇİNDEKİ İYİYİ, DİĞERKÂMLIĞI/KARŞINDAKİNİ DÜŞÜNME DUYGUSUNU…

 

Asansöre bindirilmiş hayatlarımızla, sürekli inişler ve çıkışlar içinde, ayaklarımız yerden kesilmiş, her biri birbirinin kopyası günler ve hayatlar yaşıyoruz. Kendimizi, çevremizi, evimizi, birlikte yaşadığımız ve günü gelince “külüne bile muhtaç olacağımız” komşumuzu ihmal ediyoruz.  Eğer üst katınızdaysa hiç bilmiyorsunuz, komşunuzdan kim ölmüş, kim kalmış. Aşağı katlardaysa, yine... Çünkü asansörle inip çıkıyoruz, o, “dikey mahallelerimiz” olan apartmanlarımızdan. Kimseden haberimiz yok.

 


“MODERN HAYAT BUNU GEREKTİRİYOR” DİYOR BİZE SANKİ BİR FISILTI.


Kulak asmadan o fısıltıya, yaşayalım tekrar güzel bir dünyada; yeni gelen bir komşuya bir tabak kek ya da bir hediyeyle “hoş geldin komşu” diyerek başlayalım bundan sonraki hayatımıza.

Selam vereceksin rastlaştığına, ki, insan olmanın birinci adımı selamlamaktır kanımca.  

Güler yüzle bir günaydını, bir “merhaba, nasılsınız”ı ihmal etmeyeceksin ve olaylar kendiliğinden gelişecek… Tam kaybettiğini sandığın anda o kadim değerleri yanında bulacaksın.

İstanbul Bebek’te, denize nâzır lüks bir apartmanın kapıcısı anlatmıştı bana; Kocası vefat eden yaşlı bir kadıncağız, çocukları cenazeye gelmediği ve komşular da ilgilenmediği için bütün cenaze işlemlerini kendisinin yaptığını ve cenazeyi kaldırıp defnettiğini söylemişti, büyük bir keder içinde...


Ne büyük bir yalnızlık!



(ismail canbulat, istanbul,  ünye, 2023)


Etiketler: , , , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa